Şehirdeki kalabalık ve modern yaşamın karmaşası içinde, Mert ve Ozan, ikiz olmalarının getirdiği özel bağ sayesinde birbirlerinin hareketlerini adeta birer düşünce gibi anlayarak yaşıyorlardı. Yıllardır paylaştıkları sırlarla, hem eğlenceli hem de sessiz bir hayat sürüyorlardı. Her şey çok doğal görünse de, içlerinde sakladıkları sırlar hiçbir zaman kimseyle paylaşılmadı. Halı saha maçları, ikilinin en sevdiği aktiviteydi. Bugün, mahalleden arkadaşlarıyla yine maç yapacaklardı. Mert, ince yapısı ve zekâsıyla oyunun stratejisini belirleyen bir liderdi; Ozan ise sezgileri sayesinde her zaman bir adım öndeydi. Sahada, topun gideceği yönü ve rakiplerinin hareketlerini adeta önceden sezebiliyordu. Maç başlamadan önce Burak, şaka yollu Mert'e şöyle takıldı: "Yahu, geçen hafta kalede iki gol yemiştin, bu hafta biraz toparla!" Mert gülümsedi; o sırada Ozan, ona doğru eğilerek hafifçe fısıldadı: "Sen ona topu bir kere bile geçirirsen, zaten şaşırırım." Mert, gözlerinde...
Çatık kaslılar yine dolanıyorlar, gözlerinde kaybolan bir dünya var. Aptal aptal etrafına bakarken, yıldızlar düşer, ama o fark etmez. Meymenetsiz bir tipi de var, yalanlarla dolu her sözü sarhoş. Sarhoş sarhoş sarhoş dolanırken, gölgesine sarılır, hiçbir şey görmez. Herkesten çok bilir ama hiç bir bok bilmeyen, düşünmeden konuşur, ardında boş bir yankı. Aynada yansımasına bakarken, kendini bulamayan bir yabancı gibi. Aptal aptal bir oturuşu var, düşünceler içinde kaybolmuş, neyi var neyi yok. Yok yok yok yok sermayesi yok, ama her hareketi büyük bir iddia gibi. Parası çok, aklı yok, ama her şeyi bildiğini sanıyor. Son noktayı koy, ama kimse görmesin, çünkü o noktadan sonra hiçbir şey değişmez. Hadi bitirelim şu işi, her şey söndü, artık sadece sessizlik kaldı. Aptallar cehenneminde, her biri kendi kibrine yanıyor. Bir biz kaldık yanamayan, gözlerimizde hala umut, hala bir ışık.